Deniz üzerinden yukarıya doğru yükselen oksijenle birlikte ortamdaki diğer oksijen miktarı birleşerek, dağların arasında yer alan kanyonlardan havaya doğru birikme meydana getirir. Deniz üzerinden yükselen oksijen, nem ve dağların yüksekliği gibi çeşitli etmenlerin bir araya gelmesinin sonucu, başka bölgelerde ve coğrafyalarda yaşaması mümkün olmayan flora çeşitliliğine sahip olmasını ve kendisine has bir ekosistem alanı oluşturmasına neden olmuştur. Tam 800 adet farklı bitki çeşidine ev sahipliği yapan Kaz dağlarında ister yaz aylarında yapılan bir deniz gezisi, ister bahar aylarında yapılan bir doğa gezisi, ister kış aylarında yapılan termal bir gezi istenirse de her daim yapılan bir kültür gezisi olarak ziyaret edilebilecek doğal ve ender değerlerimiz içerisinde baş köşelerde yerini almayı başarmıştır.
Mitolojik öykülerin ana kaynağı olarak görüldüğüne dair birçok söylentinin olduğundan da bahsettiğimiz bu alan Antik çağda Mount İda olarak isimlendiriliyormuş. Bu sebepledir ki alan içerisinde yer alan birçok işletmenin adı da Yunan tanrılardan esinlenerek koyulmuş durumda. Tanrılar kadar bölge üzerinde önemli bir yer edinen bir diğer etmen de hiç kuşkusuz zeytinlerdir. Başınızı çevireceğiniz her yerde kolaylıkla rastlayacağınız zeytin ağaçları, tanrı isimleri gibi birçok işletme ismi olarak seçilmiş ki bunlardan en bilinenleri ve gelen ziyaretçiler tarafından popülerlik kazananları Zeytin Otel ve Zeytin Market'tir.
Kaz dağları Milli Parkı içerisine girdiğiniz anda muhteşem bir su karşılar sizi Hasan Boğuldu... İsmi bu kadar üzücü iken kendisinin nasıl olur da bu denli bir doğa harikası olabilir şaşkınlığını bizlere yaşatmakta âdeta. Bu ismi almasının sebebine baktığımızda, adı gibi efsanesinin de üzücü bir olaydan kaynaklandığını görürüz.
İsminin Ardında Yatan Hüzün Dolu Hikaye
Eskiden Edremit Körfezi'nde Çarşamba günleri kurulan pazarlar gelenek haline gelmişti. Köylüler bu pazarlara gelip el ürünlerini satar, ihtiyacı olan insanlar da bu ürünleri satın alırdı. Hasan Boğuldu hikâyesi de bu Çarşamba Pazarı günlerine uzanmaktadır.
Birbirlerini seven ancak yaşayış tarzları farklı olmasından dolayı kavuşamayan Obalı Emine ile Ovalı Hasan'ın hazin bir aşk hikâyesi. Kaz Dağları'nın zirvelerinde Beyoba Köyüne mensup olan Emine kendi emeği ile yapmış olduğu süt, peynir, tereyağı gibi ürünleri, o günün Çarşamba pazarına getirip satarak ailesine destek olurdu. Ova köyünden olan yakışıklı Hasan da aynı pazara sebze ve meyve satmak için giderdi. Kurulan Pazar sayesinde birbiriyle tanışıp, aşık olan iki gencin hüzünlü hikayesi böylece başlamış olur. İki genç birbirini sevmesine rağmen Emine'nin ailesi bu birlikteliğe karşı gelir ve Hasan ile evlenmesini istemezler. Çünkü Hasanın bir ovada yetişmiş ve yörük köyünün ağır olan şartlarına ayak uyduramayacağını düşünmüşlerdir. Zaman içinde birbirlerine olan sevgilerinden vazgeçmedikleri için Emine’nin ailesi Hasanı bir sınava tabi tutarlar. Ancak sınavı başarıyla geçmesi sonucu evlenmelerine izin vereceklerini söylemişlerdir. Hasan'dan 40 kiloluk bir tuz çuvalını sırtlayıp, Kaz dağlarının zirvesinde yer alan obaya çıkarmasını istemişlerdir. Çuvalı çıkarabildiği taktirde evlenmelerine müsade edilecekti.
Emine önde Hasan sırtladığı tuz çuvalıyla ard arda düşmüşler yola. Ancak birkaç kilometreye kadar dayanabilen Hasan yorulmaya başlar ve sıcağın da etkisiyle daha fazla dayanamaz ve direnmekten vazgeçer. Sevdiği adamın arkada olduğunu sanan Emine ise habersiz bir şekilde yolda ilerlemeye devam etmiştir. Bir süre sonra arkasında Hasan'ı göremeyince geri dönüp baktığında, Hasan'a hediye ettiği yazmanın suyun içinde olduğunu görür ve sevdiği adamın düşüp boğulduğunu düşünür. Feryatlarla birlikte bu acıya dayanamayacağını anlayan Emine, Gölet’in dibinde yer alan çınar ağacına kendisini asarak intihar eder. Böylece zamanla Gölet’e Hasan Boğuldu, Hasanın boğulduğu Gölet’in dibinde yer alan ve Emine’nin kendini astığı çınar ağacına da Emine Çınarı denmeye başlanmış ve böylece asırlardır bu şekilde anılarak günümüze dek ulaşmış bir ağaç ismi olmuştur.
Hasan Boğuldu' ya giden yol boyunca köylü esnaf (ki bunlar çoğunlukla kadınlardan oluşuyor) tezgâhlarını açmış, eski Çarşamba pazarı görüntüsünü sergiler nitelikte el yapımı olan mahsullerinin satışını yapmaktadır. Bazıları adını hiç duymadığımız, sadece o beldeye özgü olan baharatların satışını yaparken kimi en doğalından el yapımı reçellerini, sıkma zeytinyağlarını, çeşitli sabun ve o beldeye özgü çeşitli ürünlerinin satışını yapmaktadır. Bu bereketli dağlardan elde edilip tezgâhlarda yerini alan bu ürünlerin ne eşi ne de benzeri bulunmaz. Yok canım o kadar da değil diyenler olacaktır tabi ki ama kekiğin 40 çeşit nanenin ise 7 çeşidinin yetiştiği bu denli zengin bir ekosistem alanın nadir oldu düşüncesinde hemfikirizdir kesinlikle.
Yorumlar
Yorum Gönder